Tür: Deneme
Yazar: Erol Erken
Yıllardır Kurşunlu’ya gider gelirim de
bir türlü leylekleri havada göremem.
Göl ovası, kanal boyu leylek milleti
için hazine niteliğinde olduğundan ne zaman geçseniz başı önde yemek aramakta
görürsünüz onları.
“Seyahat ya Rasulullah” düsturuyla
hareket eden Kurşunlu Ahalisi bunun da çaresini bulmuş Avrupalı aklıyla. Leylek
taifesi göçe başladığında gözlerini yerden kaldırmaz olmuşlar.
İşte leyleği havada görenlerin en
başındaki Behzat Başkanımız bir akşam toplamış arkadaşlarını dernek merkezinde.
Göynük’e seferimiz var diye düşünürüm
arkadaşlar. Sizler ne dersiniz deyince hep bir ağızdan; Münasiptir, münasiptir,
olurunu alınca sefer hazırlıklarına girişmiş.
Geçende de anlattım ya. Seferde en başta
gelen şey hava durumudur. Askerini yolda yaya bırakmayan Kumandan gibi havaya
bakılacak önce, bizim memleketimiz Batı Karadeniz’de olduğundan ve de Bolu
vilayeti ile iklimimiz çakıştığından, Bolu’ya sorulacak havanın vaziyeti.
Uygundur raporu alındı, Mustafa Kaptan
arabasını yıkadı, temizledi, hanımlar yol azığını hazırladı, iş duaya kaldı
denilip Bismillah ile yola düşüldü.
Osmanlı’nın öncesi tevatür de, Göynük’e
ilk gelen Kara Osman Beyimiz, Ertuğrul Gazi’nin yoldaşı Samsa Çavuş bizim
kasabamızın baş mimarı Köse Mihal Bey ve arkadaşları. Aşıkpaşazâde tarihinde
“Gelip vurdular, çok ganimetler alıp geldiler, Göl-Flanoza çıktılar” diye
anlattığı Taraklı-Göynük seferinden sonra pek uğrayan olmamış o tarafa
Osmanlı’dan. Ne zaman ki “Rum diyarına İslamı götürmek bize vacip oldu” diyen
Orhan Gazimizin oğlu Gazi Süleyman Paşa beyaz atına binmiş,Taraklı
Yenicesini,Göynük’ü tekrar fetheylemiş. Fethin gereği cami yapılacak, hamam
yapılacak, medrese yapılacak ve de pek çok yer imar edilecek ki Osmanlı’nın
şanı duyulacak.
Gazi Süleyman Paşamızda işte bu 1330’lu
yıllarda bir tamam bu denileni yapıp. İsmini bir güzel yazdırmış yapılara.
Osmanlı’nın hamiyetinden gözleri yaşaran
Rum milleti; “Süleyman Paşa dahi o kadar adalet gösterdi ki o memleketin
ahalisi derler ki, Ne olur? Eski zamanlardan beri bunlar bize beğ olsaydılar”
diye Aşıkpaşazâde’ye tarih yazdırmışlar.
Akşemseddin Hazretlerinin türbesinin
önündeyiz. Hacı Bayram-ı Veli’nin Halifesi.
Beyaz insan,ak insan… Fatih’in; Hocam
sana talebe olmak istiyorum, deyince Osmanlı’nın talebeye değil Sultana
ihtiyacı var, dediği Mübarek Veli…
1390 yılında Şam’da doğup son menzili
Göynük’te 1459 da ahirete göçen Allah dostu… Büyük sahabe Halid Bin Zeyd’in
Mübarek kabrini İstanbul’a hediye edip dünya durdukça müslümanı Eyüp Sultan
diye anılan dergaha toplayan insan.
Türbeyi 1464 yılında Cennet Mekan Fatih
Sultan Han yaptırmış. Türbe bahçesi yakınlarının kabirleriyle dolu.Yanı başında
Gazi Süleyman Paşa’nın Camii. Namazlar kılınıp dualar ediliyor. Mevlana’dan
alınan selamlar iletiliyor. Akşemseddin Hazretlerine.
Ben hanım tarafından yarı Taraklı’lı
sayıldığımdan, bir yanımda ağabeyim cihetiyle Göynük ahalisine karıştığımdan
çoğu zaman ortada kalmışımdır. Taraklı’ya bakarsan Akşemseddin Hazretleri
önceleri Taraklı’ya gelmiş talebeleriyle. Bağlık bahçelik, şadlık Şamanlık
kasaba pek hoşlarına gitmiş cemaatin. Taraklı ahalisi de Hazrete çok izzet
ikramda bulunmuş. Yemişler, içmişler, namazları kılıp yatsı sohbetine
oturmuşlar. Gecenin bir vakti olup Allah rahatlık versin diyerek istirahate
çekildiğinde talebeleri Akşemseddin’e; Hocam burası tam aradığımız yerdir. Münasip
görürseniz son konağımız burası olup yerleşelim, demişler.
Hazret elini sakalına vurup bir hayli
fikre dalmış; iyi dersiniz, hoş dersiniz erenler, demiş. Lakin burası bizim
aradığımız yer değildir. Neden derseniz, o kadar çok sohbet ettik de birisi
çıkıp bir evliya hikâyesi anlattı mı? Neden? Nedeni burada o kadar çok evliya
var ki kimse kimsenin hikayesini anlatmayı zait sayıyor. Ondan dolayıdır ki
bize buradan ekmek çıkmaz. Varalım Evliyası az olan yere gidelim, diyesiymiş.
Göynüklülere sorarsan; Akşemseddin
Hazretleri Taraklı’yı pek beğenmiş, pek beğenmiş de; Hoş memlekettir. Amma
velakin kıblesi kapalıdır, diyerek vazgeçmiş Taraklı’ya yerleşmekten.
Hacı Bayram-ı Veli terk-i dünya edince
halifesi Ömer Sikkîn (Bıçakçı Ömer Dede) de varmış konmuş Göynük’e. Göynük
suyunun kenarında, çeşme mahallesinde, şimdi ki türbesinin olduğu yerde bıçakçılık
eder olmuş. Akşemseddin Hazretleri giyimine kuşamına zarafetine ne kadar dikkat
ediyorsa Ömer Dede aksine çullar, çaputlar içinde bir garip âdem.
Bayramiye tarikatı dervişleri Göynük’te
toplanarak Akşemseddin hazretlerinden biat almışlar idi. Her gün tarikat
mensupları dergâhta toplanarak zikrederler, sonra da birbirleriyle musafaha
ederek dağılırlardı. Ömer Sikkîn hazretleri meclise geldiği halde zikir halkasına
girmez, bir köşeye çekilip otururdu. Akşemseddin hazretleri zikir halkasına
katılmadığı takdirde hilafet tacını kendisinden alınacağını hatırlattı. Ömer
Sikkîn hazretleri bu söz üzerine mürîdleri ile Cuma günü evine gelmesini, taç
ve hırkayı kendisine teslim edeceğini söyledi. O gün Ömer Sikkîn Hazretleri
bahçede büyük bir ateş yaktı. Cuma namazından sonra Akşemseddin hazretleri mürîdleriyle
beraber oraya geldiler. Ömer Sikkîn Hazretleri başında tâc, sırtında hırka
olduğu halde yanan ateşin içine girdi. Çıktığı zaman taç ve hırka yanmış, fakat
kendisine bir şey olmamıştı.
Hacı Bektaş-ı Veli ne güzel söylemiş:
Hararet nardadır, sacda değildir
Keramet baştadır, tacda değildir
Her ne ararsan kendinde ara
Kudüs’te, Mekke’de, Hacda değildir.
Tabak Dede Türbesi,Çiftlik Türbesi, Karacaahmet
Türbesi… Türbeler, evliyalar dünyası Göynük.
1923-1924 yılında Kaymakam Hurşit Bey’in
gayretleri ile yapılan Zafer Kulesi, kayaların üzerinde bir koruyucu zırh gibi
sarmakta Göynük’ü.
Maneviyat havası soluduğumu. Her yer
tarih. Bir kaç yeni yapılmış bina canını acıtıyor insanın. Gül bahçesinde diken
misali.
Göynük’ün kadın giyimi kendine has altına
“don” tabir edilen kareli kumaştan Şalvar. Şalvar ama kesimi bizim buranınki
gibi değil. Kumaşı “gariban doncu”dan alırsanız keseniz ağırlığından pek fazla
kaybetmez. Üstte işlik, bir de uzun ve geniş örtme. Uzun ve de geniş örtmeye
alışkın olduğunda Kurşunlu Hanımları yadırgamadılar. Ama dedik ya kendine has
örtmeler. Daha önceleri Behzat Başkan köye bunlardan hediye getirmişti de pek
hoşlarına gitmişti komşuların. Hele bir de tanış bir satıcı bulunca “kızın
çeyizinde de orijinallik olsun” diyenler sevindirdi Göynük satıcılarını. Dönerken
Çiftlik Türbesine uğranıp yatanlara dua edilecek. Hani hocalar “isimleri unutulmuş,
nesilleri kesilmiş” diye duaya dururlar ya Çiftlik Türbesinde yatanlarda o
misal. Birer Fatiha’da onlara hediye edilip Taraklı’ya vasıl olundu.
Taraklı, tarihî kentler birliğine üye
olup, başına da bu işe meraklı bir Belediye Başkanı gelince epeyce misafir
ağırlar olmuş. Eski evler restore ediliyor, eski tip boyalar ile boyanıyor. Safranbolu,
Beypazarı, Göynük kadar olmasa da bu yönde büyük gayreti var. Benim en hoşuma
giden yeri kasabanın orta yerindeki parkı. Oturup tarihi soluyorsun. Yunus Paşa
Camii hemen yanı başımızda. Hıdırlık Tepesi, Hisar bir eski devri yaşatıyor
gözlerinizi kapatınca.
1517 yılında Yavuz Sultan Selim Han’ın
Sadrazamı Yunus Paşa yaptırmış bu Taraklı’daki Camiyi. “Dileyenin Yavuz Sultan
Selim’e vezir olamadığı ve fakat halkımızın “dilerim Yavuz’a vezir olasın” diye
darb-ı mesel mayaladığı o günlerde Mısır seferinde yapılı-vermiş aceleyle. “Sultan
ve Veziri buraya gelip Cuma’ya namaza duracaklar” diyen Mimar Başı pek acele
ile bitirivermiş. Acelesi işe yaramış Taraklı’ya amma Mısır Seferini eleştirmesinden
Yunus Paşa da kellesinden olmuş.
Ben bu hikayeyi Taraklı kitabının yazarı
Ahi Naci İşsever’den okurken çok duygulanmıştım. Tavsiye ederim siz de okuyun, okuyun
ki nereden gelmiş nereye gidiyoruz anlıyasınız.
Gölpazarı tarihini yazmaya çalışırken
çok düşündüm. Yavuz Sultan Selim Han Taraklı’da Cuma’ya, camide namaz kılmaya
giderken hangi yoldan gitmiş diye. Ben Gölpazarı’ndan geçirdim, bir gece
misafir ettim Taşhan’da, ceddine rahmet duası ettirdim. Bakalım tarihçiler ne
diyecek diye.
“Taraklı’nın evliyası gündüz aranızda, gece
makamındadır” diyorlar.
Hıdırlık’ta, Hıdır Dedenin
Türbesindeyiz…
Nereden gelmiştir, ne iş yapmıştır? Horasan’dan
kalkıp Taraklı’da ne iş eylemiştir? Yine Ahi Naci’nin dediği gibi; “Burası derde
devanın” kesin adresidir. Orada dertlerimizin listesi, iplik iplik asılı durur.
Hangisinin makbul ve muteber hangisinin gereksiz olduğu Hıdır Dedenin kendi
katında mahfuzdur. Biz yalnız buraya kadar gelip Cenab-ı Hakkın posta kutusuna
mektubumuzu atarız. Ne dilediysek hemen cevap vermiştir. Şükür…
Müthiş harika bir manzara çamların
gölgesinde oturup bu dünya güzelliğini maneviyat suyuyla kana kana içiyoruz.
Behzat Başkanımız Taraklı Parkında çay
söylüyor yolculara. Köşedeki tarihi top sanki Hisar’dan Bozüyüklü Çolak İbrahim
Beyin çarpışmasını hikâye etmekte.
Güneşi arkamıza alıp çıktık Gölpazarı
yoluna. Her yer çok güzeldir velakin bizim memleketimiz bir başka güzeldir. Ovaya
ilk çıkışınızda Kurşunlumuzun dağı karşılar sizi. Varsın güneş görmesin
kıyıları, varsın ayaz olsun. Göl-de kar eriyince bizim karımız gölgede kalsın. Ovası
çorak olsun, kanalı sazlık olsun. Burası, bizim köyümüz ya. Kederimizi, sevincimizi
paylaştığımız köyümüz ya…
Sözün başında Kurşunlulu bu sene yine
leyleği havada görmüş demiştik. Bakalım leylekler bir dahaki sefere bizi
nerelere götürecek?
Behzat Başkanımıza,yolcularımıza
binlerce selam olsun…