YOLSUZLUK

Tür: Hikâye  

Yazar:  Yılmaz ÇANDIR

Minik bir yürek... 
Annesi onun başında 
ve kaç gecelerdir uyku girmeyen gözlerin dayanılmaz ağırlığı da annesinin başında.
Ha kapandı ha kapanacak.
Ama minik yüreğin her âhı, 
fersiz gözüne sabır enerjisi yüklüyor annesine.


Anne dertli!
"Ah bu yolsuzluk!
Kışları ne diye bu kuş uçmaz, kervan geçmez dağda yaşarız biz fakirler."
Anne endişeli!
"Minik yüreklim, gözümün nuru dayanamazsa ne yaparız biz?
Ah bu yolsuzluk!
Kış günü gelmezse doktor bu karlı dağlara?
Eyvah, ya cennet kuşu oluverirse minik yüreklim, eyvah!"

Yaz günleri ne güzeldi üç haneli yaylada bu sene.
Yirmili yaşların başlarındaydı annesi minik yüreklinin.
İlk göz ağrısı oğluna gerçek adıyla seslenmez, doğduğundan beri minik yüreklim benim derdi.
Bu yaz üç yaşına basmıştı minik yürekli.
Annesinin yüksek tepelere gurbet gelini olup geldiği zamandan dört sene geçmişti.
Köyden üç haneli bu serin yaylaya gelin gelen anne, buranın karlı kışlarına hiç alışamamıştı.
Evde kapalı kalmak, iki üç metrelik karlar altında sabır taşı olmak onu hep zorlamıştı.
Allah'tan minik yüreklisi doğmuştu da onunla uğraşırken can sıkıntısı da gidiveriyordu.
Dedik ya!
Yaz günleri ne güzeldi üç haneli yaylada bu sene.
Çünkü minik yürekli, annesinin peşinde koşuşturuyor, tatlı tatlı ama peltek peltek konuşup duruyordu onunla.

Elektrik yok, televizyon yok, yol yok!
Uğrayan mı?
Minik yürekliyi çok seven dede, dört saatlik köy yolunu teper gelir bazen.
Kızına olan sevgisi, merhameti katlanmış ve ziyadesiyle geçmiştir torunu minik yürekliye.

Dedik ya!
Yaz günleri ne güzeldi üç haneli yaylada bu sene.
Öğrenmişti minik yürekli her şeyi iki ay içinde.
Kelimeler mi dersiniz, maharetli cümleler mi istersiniz, zekice cevaplar mı beklersiniz?
Hepsini iki ay içinde sergileyivermişti minik yürekli.

Ama bu yolsuzluk.
Ah bu yolsuzluk!
Annesi, köye götürmek ister minik yürekliyi.
Annesi, şehre indirip öğretmek ister şehri minik yürekliye.
Ama bu yolsuzluk.
Ah bu yolsuzluk!

Kocasına dert yanar bazen minik yüreklinin annesi bu hayallerini.
Minik yüreklinin babası çaresiz:
"Sevdiğim, yolsuzluk neyse de...
yoksulluk var be sevdiğim!
Varsak şehre,
elimiz cebimizde gezmek lazım.
Kalmaya para, yemeye para, gezmeye para, almaya para çıkmalı şehirde cebimizden.
Yolsuzluk neyse de...
yoksulluk var be sevdiğim."

Annesi, minik yürekli oğlunu şehre götürme hayalinden hiç vazgeçmedi o yaz. En sonunda söz verdi kocası. Bu yaz olmasa bile kış bitiminde öbür yaz mutlaka gideceklerdi.

Ama annenin beynine kazınan bir endişe:
"Yolsuzluk neyse de...
yoksulluk var be sevdiğim."

Dedik ya!
Yaz günleri ne güzeldi üç haneli yaylada bu sene.
Anne umutlu ve minik yüreklisine her şeyi öğretiyor.
Ama Eylül'de bir kel öksürük başladı minik yüreklide.
Bildik yöntemler işe pek yaramadı.
Ekim, Kasım, Aralık...
Öksürük, kellikten çıktı ve bütün ciğerleri sardı.
Ateş artık inmemeye başladı.

Güzel yaz günleri bitmişti.
Neşeli, her şeyi öğrenen minik yürekli de bitmişti.
Hep yatakta, hep ateşler içinde, ciğerleri parçalayan öksürüklerin pençesinde.
Güzel yaz günleri bitmişti.

Ocak'ta karlar sarmıştı bütün yaylayı.
Minik yürekli, kuşatılmıştı artık.
Karlar, öksürük, ateş, yatak... Hele yolsuzluk... Üstüne de acı yoksulluk!

Anne dertli!
Baba dertli!
Diğer iki hane daha dertli!
Çünkü bu öksürüğün varacağı yer belli!

Baba karar verir.
Minik yürekli için köye inecek ve oradan da telefonla doktor çağıracak.
Anne sevinir. Ama git gel iki gün!
Dayanır mı ki acaba ciğerleri minik yüreklisinin.
Allah'tan ümit kesilmez!

Baba ve komşu giderler köye.
Anne, minik yüreklinin başında.
Yani bizim hikayenin en başında:

'Minik bir yürek.
Annesi onun başında ve kaç gecelerdir uyku girmeyen gözlerin dayanılmaz ağırlığı da annesinin başında.
Ha kapandı ha kapanacak.
Ama minik yüreğin her âhı, fersiz gözüne sabır enerjisi yüklüyor annesinin.

Anne dertli!
"Ah bu yolsuzluk!
Kışları ne diye bu kuş uçmaz, kervan geçmez dağda yaşarız biz fakirler."
Anne endişeli!
"Minik yüreklim, gözümün nuru dayanamazsa ne yaparız biz?
Ah bu yolsuzluk!
Kış günü gelmezse doktor bu karlı dağlara?
Eyvah, ya cennet kuşu oluverirse minik yüreklim, eyvah!"

Dedik ya.
İşte tam orada.'

Sabaha doğru...
Minik yüreklinin durumu ağır.
Annenin gözleri ise kapanır ağır ağır.
Dayanamaz artık uykusuzluğa.
Geçiverir kendinden minik yürekli oğlunun başında!

Bir ses...
Kapı gıcırtısı...
Kapıdaki, köye giden baba!
Dayanamamış, minik yürekli oğlunun başında olmak için gece boyu karları ezmiş.

Minik yüreklinin durumu ağır.
Sen istediğin kadar bağır.
Karlı dağlarda şifayı çağır.
Sanki haber verilen doktor, sağır.

Baba geldi.
Anne de kocasını görünce biraz kendine geldi.
Ama ne doktor geldi, ne de minik yürekli kendine geldi.
Babayla birlikte sadece beyaz kar fırtınası geldi.

Beyaz fırtına ile sanki kefen de geldi.
Çünkü,
Minik yürekli artık fersiz.
Alışıyor ciğerleri nefessiz.
Ana ile baba ise çaresiz.

Diğer iki hane de geldi eve.
Tecrübeli komşu, hemen koyuldu işe.
Sarmaya başladı beyaz bir beze,
Minik yürekliyi, kar rengi kefene.

Anne çaresiz...
Kapanan gözlerden kanlı göz yaşları akar...
Doktor niye gelmedi diye bağırır...
Ölen minik yüreklisini geri çağırır...

Baba çaresiz.
Ama ölenle ölünmez.
Devlete haber verilmeden minik yürekli aman ha gömülmez.

Baba kalır bu kez minik yüreklinin cansız bedeni başında.
İki komşu, köye iner.
Devlete verirler telefonla haber.
Ama verilen cevap, ölümden de beter.
Minik yürekliyi alın getirin, inceleyelim.

İnanamaz anne aldığı habere:
"Canlısına gelmedikleri minik yüreklimin ölüsünü ne yapacaklarmış?"
Komşu cevap verir anneye:
"Otopistisi yapacaklar minik yürekliye."
"Niye?"
"Öldü mü, öldürüldü mü diye?"

"Nasıl gidecek minik yürekli, şehre?"
"Tahta kızak olmaz, yol yok...
Kefen olmaz, taşıyacak kol yok..."

Annesinin aklına gelir minik yüreklinin:
"Şehirden gelen erzak çuvalı var.
Minik yürekli onu çok severdi.
İçine hep girerdi.
İçi şekerlerle, oyuncakla dolu çuvalın geldiği yeri görmek isterdi.
Çuvalın içinden oraya gidebileceğini zannederdi.
Çuvala koyalım minik yürekliyi.
Şehre götürelim söz verdiğimiz gibi."

Baba çaresiz, baba hissiz, baba tepkisiz...
Ama bir o kadar da küskün, bir o kadar da kızgın...
Ama şimdi evin reisi olma zamanı, şimdi sükunet ve dirayet zamanı:
"Olur hanım!
Ben sırtlanırım minik yüreklimi!
Sürümem kızaklarla yerlerde yiğidimi."

Öteki iki hane de tasdikledi onları...
Ve yolculuk başladı.
Önde baba.
Babanın sırtında minik yürekli ama çuvalda.
Acılı, gözü yaşlı anne ise arkalarında.
Yolsuzluk sıkıntısını katlayan karlar ise ayakları altında.

Baba sessiz.
Minik yürekli, çuvalın içinde nefessiz.
Kocasının karda açtığı çığırı takip eden anne isteksiz:
"Gitmesek.
Devlet buraya gelse.
Doktor, yol açan dozerlere binse, yol aça aça gelse.
Kocamın karda açtığı patika yol, çığır gibi çığır açıverse.
Gitmesek.
Devlet gelse, çığır aça aça gelse!"

Ama hayal bunlar.
Anne, yolun açılmayacağını, çığırın ise kendilerinden az biraz sonra kapanacağını biliyor.
Ama hayal işte.
Çığırın biraz sonra yok olacağı gibi hayaller de yok olacak.

Kurt ulumaları,
Beyaz kar fırtınasının soğukluğu,
Çığırın arkalarında kaybolması...
Yolun soğukluğu,
Minik yüreklinin yokluğu,
Kurt ulumaları,
Beyaz kar fırtınasının soğukluğu...

Yol uzadı...
Uzadı yol...
Anne acılı...
Acılı baba...
Ama minik yürekli nefessiz...
Ama minik yürekli hareketsiz...

Yayladan köye vardılar.
Köyde onları annenin ailesi karşıladılar...
Ağlaştılar...
Ağlaştılar...
Ama minik yürekli nefessiz...
Ama minik yürekli hareketsiz...

Köyden yolcuğa dede de katıldı.
Büyükanne gözyaşı ve dualarla onları uğurladı.
Anne ısrarlara ikna olmadı.
Minik yüreklinin ardında,
yolsuzluğun ızdırabında,
çığırın anlığında,
Devletin ayağına otopsiye devam etti.

Şehre vardılar.
Şehir karlı...
Şehir soğuk...
Akşam yakın...
Hastane şehrin girişinde...

Morg!
O da ne?
Kork gibi bir şey mi?
Minik yürekli orada ne yapsın?
Anacığı olmadan sakın korkmasın?
Birden uyanıp ağlamasın?

İkna olmadı görevliler.
Dede, baba, ana bekleme salonuna!
Minik yürekli, morgun kıştan soğuk buz dolabına!
Ikna olmadı görevliler.
Annenin ağlamalarına,
Annenin bayılmalarına...
Ikna olmadı görevliler.
Dede, baba, ana bekleme salonuna!
Minik yürekli, morgun kıştan soğuk buz dolabına!

Bekleme salonu sıcak hastanenin.
Koltuklar yumuşak.
Ama misafirleri telaşlı hastanenin.
Kimi sancılı,
Kimi acılı,
Kimi düşünceli,
Kimi endişeli.
Bekleme salonu sıcak hastanenin.
Koltuklar yumuşak.
Ama misafirleri telaşlı hastanenin.

Herkes kendi küçük dünyasında.
Üçerli beşerli kümeler kendi yasında.
Annenin aklı minik yürekli aslanında.
Yolsuzluktan nefesi kesilen çuval yolcusunda.
Morgda, buzdolabında ilk kez yalnız yatan yavrusunda.
Doktorların çığır açamayıp ayaklarına çağırdığı masumunda.
Herkes kendi küçük dünyasında.
Üçerli beşerli kümeler kendi yasında.

Bekleme salonu sıcak hastanenin.
Koltuklar yumuşak.
Anne yaslı,
Baba yaslı,
Dede yaslı...
Televizyon ise daha telaşlı.
Yolsuzluk olmadığında ısrarlı.
Anne bu işe şaşmakta haklı.
Yolsuzluk olmasaydı çuvala girer miydi aslanı?

Annenin gözü televizyonda.
Saat başı nakarat yapan haber görünümlü yalanlarda.
Yolsuzluk yok...
Anne kızgın...
Yolsuzluk olmasaydı çuvala girer miydi aslanı?
Yolsuzluk yok...
Anne kızgın...
Yolsuzluk olmasaydı fakirlik sarar mıydı yaylada her insanı?
Annenin gözü televizyonda.
Saat başı nakarat yapan haber görünümlü yalanlarda.
Yolsuzluk yok...

Bir adam konuşuyor saat başı nakaratlarda.
Bir adam bağırıyor kendini alkışlayan meydanlarda:
"Yolsuzluk yok!
Biz çığır açtık memlekette.
Yıllardır hizmet verdik ücra köşelerde.
Fakirliği bitirdik para artık ceplerde.
Yollar açtık en zorlu tepelerde.
Kara kışı yendik en sert iklimlerde.
Hastaneler yaptık âli himmetlerle.
Doktorlar gönderdik tek tek âh edenlere.
Aç, hasta, dertli bırakmadık kimseyi yaban ellerde.
Ayaklarına gittik tüm isteklerde.
Yolsuzluk yok!
Biz çığır açtık memlekette.
Yıllardır hizmet verdik en ücra köşelerde."

Anne şaşkın.
Bir adam konuşuyor saat başı nakaratlarda.
Bir adam bağırıyor kendini alkışlayan meydanlarda.
Anne şaşkın.
Bağıran adam kendinden emin.
Onu alkışlayanlar, bağıran adamı biliyorlar hep 'en emin'
Anne şaşkın.
Annenin oğlu yolsuzluktan öldü.
Minik yüreklisi karlı dağda babasının sırtında çuvalla geldi.
Anne şaşkın.
Yollar yok yaylasına!
Çığırlar açılmadı onun minik yürekli aslanına!
Anne şaşkın.
Doktor gelmedi isteklerinde.
Derman olmadılar yaban ellerde.
Anne şaşkın.
Fakirlik bitmedi onların ceplerinde.
Yoksulluk gezdirdi onları çuval içlerinde.
Anne şaşkın.
Bir adam konuşuyor saat başı nakaratlarda.
Bir adam bağırıyor kendini alkışlayan meydanlarda.
Anne şaşkın.

Doktor eve gitmiş.
Mesai hemen bitmiş.
Yolsuzluktan ölen minik yürekli sabahı bekleyecekmiş.
Otopsi sabah yapılacakmış.
Minik yürekliyi öldüren sabah anlaşılacakmış.
Doktor eve gitmiş.
Mesai hemen bitmiş.

Para yok.
Kalacak yer yok.
Tanıdık kimse yok.
Bekleme salonunda oturmaktan başka çare yok.
Açlığı Eyyüp sabrıyla susturmaktan başka çare yok.
Derman olan yok.
Bağıran adamın anlattıklarından onlara uğrayan yok.
Para yok.
Kalacak yer yok.

Anne şaşkın.
Saat başı bağıran adamın yalanlarına kızgın:
"Yolsuzluk var!
Fakirlik var!"
Saat başı bağıran adam ısrarcı:
"Yolsuzluk yok!
Fakirlik yok!"

Bir gazeteci.
Uyanık ve haber yapmakta ısrarcı.
Çuvaldaki minik yürekliyi fotoğrafladı.
Babasının sırtında güzel bir kare yakaladı.
Bekleme salonundaki çaresizliği gazeteye yolladı.
Dedeyi, babayı dinledi.
Haberi bir güzel yazdı ve fotoğraflarla gazeteye yolladı.
Bir gazeteci.
Uyanık ve haber yapmakta ısrarcı.
Çuvaldaki minik yürekliyi fotoğrafladı.

Sabah çıktı haber gazetede.
Çuval içinde minik yürekli şimdi tüm yüreklerde.
Bağıran adamı alkışlayan meydanlar sessiz.
Bağıran adam şaşkın ve kızgın.
Vali ise tedirgin.
Doktorlar hepsi birden gergin.
Sabah çıktı haber gazetede.
Çuval içinde minik yürekli şimdi tüm yüreklerde.

Vali koştu geldi hastaneye dolu kamera ile.
Bakan yolcusunu getirdi helikopter bile.
Fotoğraf çekildi acılı aile ile.
Yolsuzluk olmadığı anlatıldı dolu kamera ile.
Anne şaşırdı.
Anne kızdı.
Anne bağırdı:
"Yolsuzluk var.
Fakirlik var.
Minik yüreklim yok!"
Bakan şaşırdı.
Vali kıpkırmızı kızardı.
Anne hemen korumalarla dışarıya alındı.
Olayın ailenin suçu olduğu anlatıldı.
Dolu kameralara şişkin zarflar dağıtıldı.
Helikopterler tekrar havalandı.

Herkes gitti.
Otopsi bitti.
Zatürre sebep ilan edildi.
Minik yürekli şehirde defnedildi.
Herkes gitti.
Mezarlık sessizleşti.
Minik yürekli toprağı kardeş seçti.
Ağlayan anne ise yaylasına geçti.
Herkes gitti.

Günler ilerledi.
Anne hüzünlü.
Baba hüzünlü.
Kış bitti.
Karlar eridi.
Günler ilerledi.

Bir adam konuşuyor saat başı nakaratlarda.
Bir adam bağırıyor kendini alkışlayan meydanlarda:
"Yolsuzluk yok!
Sağlık, bizimle sağlıklı oldu.
Yollar bizimle kolay oldu.
Fakirlik bizimle son buldu.
Çuval yalanı bizi iki aydır yordu.
Anne baba biraz para buldu.
Gazeteler yalanlarla doldu.
Komplo ile sağlık reformuna saldırıldı.
Onca insanımız iki ay aldatıldı.
Yayla yolunu kardan bitiremeyen hayırsever müteahhitimize karalar çalındı.
Kızaklı ambulansları satan başarılı firmaya çalışmayan o araçların suçu atıldı.
Ama artık kirli komplo aydınlatıldı.
Minik yüreklinin anne kurbanı olduğu anlaşıldı.
Psikolojisi bozuk kadının minik yürekliyi öldürdüğü bugün paylaşıldı.
Otopsiyi yapıp zatürre diyen komplocu doktorlar meslekten atıldı.
Bakana ve bana dava açan kötü niyetli savcı görevden alındı.
Hayırsever müteahhitleri takip eden işbirlikçi polisler taşraya yollandı.
Kutlu yürüyüşümüze yapılan komplonun önü alındı.
Komplocular bir bir yakalandı.
Yolsuzluk var diyen yalancılar bir bir ceza aldı.
Yolsuzluk yok!
Sağlık, bizimle sağlıklı oldu.
Yollar bizimle kolay oldu.
Fakirlik bizimle son buldu."
Bir adam bağırarak konuştu meydanlarda.
Kendine geldi iki ay sonra sesine hayran alkışlarda.

Dedik ya kış bitti.
Anne hüzünlü,
Baba hüzünlü.
Ama televizyon yok yaylada.
Bağıran adamdan, olanlardan haberleri yok küçük yuvada.
Çünkü sadece ayrılığın hüznü var anne babada.
Minik yüreklinin hasreti var her anlarında.

Dedik ya kış bitti.
Anne hüzünlü,
Baba hüzünlü.
Bir helikopter geldi yaylaya.
Suçları okundu anne babaya.
Bindiler helikoptere ağlaya ağlaya.

Suçları mı?
Çok!
Hem de ne çok:
"Devlete kurulan komploda yer almak.
Olmayan yolsuzlukları, var diye bağırmak.
Hayırsever işadamlarına iftira atmak.
Bakana ve valiye kötü davranmak.
Gazeteye yalan çuval haberi yaptırmak.
En kötüsü de...
Minik yürekliyi ihmalle zatürreden canını almak."
Suçları mı?
Çok!
Hem de ne çok.


Anne baba kelepçeli.
Helikopterde endişeli.
Ama bağıran adam çok neşeli:
"Komplo son buldu.
Suçlular cezasını buldu.
Hayırsever işadamları yolsuzluktan aklandı.
Onlara yardım eden bağıran adamın uyanık oğlu kahraman oldu.
Komlocu görevliler deşifre oldu.
Allah'a şükür!
Sağlık reformu,
Yol çalışmaları,
Fakirlik kavgası,
...
Bu komplodan kurtuldu."

Dedik ya!
Anne baba kelepçeli.
Helikopterde endişeli.
Ama bağıran adam çok neşeli.
Bu komplodan kurtuldu.

Minik yürekli mi?
O da bu zalim düzenden çabucak kurtuldu.
Cennet'te el üstünde tutulan bir çocuk oldu.