Evde mutlu mutlu oynuyordum.
Köye gideceğimiz söyleniyordu.
Bu arada benim adım Elif Su.
Duyduğuma göre Cuma günü köye gidiyormuşuz.
Sonunda Cuma günü geldi diye
seviniyordum.
İşlerimiz biter bitmez yola koyulduk, yarım saate ordaydık.
Evet
gelmiştik.
Burası çok güzeldi neyse geziniyordum,
bir de ne göreyim,
kaybolmuştum.
İşte macera
şimdi başlıyordu.
Ne kadar seslensem de kimse beni duymuyordu.
Ormanların
arasındaydım, ağaçların gölgesi çok karanlıktı.
Ama öğlen olduğu için ağaçların
arasından birkaç güneş ışığı sızıyordu.
Ormanın içindeki sesler beni çok
ürkütüyordu,
bir sürü ses vardı.
Biraz ilerlemeye başladım, ilerledikçe hava
kararıyordu,
sesler çoğalıyordu
ve işte o zaman farkettim ki ormanla
başbaşayım.
Sığınacak bir yer arıyordum,
çalılıklarla örtülmüş bir sığınak
buldum,
hemen oraya girdim,
sabaha kadar orada durdum.
Sabah olunca da
ilerlemeye devam ettim.
İyice acıkmıştım ve susamıştım.
Birde ne göreyim bir
uçurumdaydım.
Geri dönmeye karar verdim ama nereden dönecektim,
yolumu
kaybetmiştim.
Kuzeye doğru ilerledim biraz ileride bir ışık göründü.
Koşar
adımlarla ilerledim.
Ağaçların olmadığı, bir dere gördüm.
Su şırıl şırıl
akıyordu.
Hemen içtim ve doğu yönde ilerledim.
İlerledikçe meyve ağaçları
gördüm,
ağaçların yakın dallarından birkaç meyve kopardım
birini yedim
diğerlerini de cebime doldurdum.
Telefonum yanımdaydı hemen hemen herkesi
aradım
ama bağlantı yoktu.
Annem ve babam beni çok merak etmişlerdir.
Artık eve
gitmek istiyordum ama yolu bilmiyordum.
Korkmamaya çalıştım ama yine de biraz
korkuyordum.
Birden bir ev gördüm ama ev boştu.
Sonra evin önüne oturup
düşünmeye başladım.
Doğa ne güzeldi
ağaçların arasından sızan güneş ışığı
insanın içini ferahlatıyordu.
Bir sürü hayvan sesi vardı.
Kuş, sincap, kedi,
köpek…
İnsan bu doğayı nasıl bozmaya çalışıyordu anlamıyorum.
Yangınlar
yaptıkları yetmiyormuş gibi birde ağaçları
yani bir sürü canlının yuvasını
bozuyorlardı.
Hava
kararmıştı bir meyve yiyip hemen uyumaya çalıştım.
Sabah olunca yine yola
koyuldum
bu sefer batıyı seçtim,
ilerledikçe önüme tabelalara tehlikeli
yazılmış teller geldi.
Tekrar batıyı seçtim ve batıya gittim
yeniden şırıl
şırıl akan dereyle karşılaştım.
Bolca içip batıya yöneldim,
birde ne göreyim
bir mağara
hemen içine girip ilerledim burası çok sıcaktı,
ileriden bir parıltı
geliyordu.
Bu da ne diye mırıldanırken ağzım açık kaldım.
Bu altındı. Ama
taşıyamayacağım kadar ağırdı.
Aklıma mağaranın üstüne çıkıp ailemi aramak
geldi.
Ama epey ilerlemiş olmalıyım ki mağaradan çıkmak uzun sürdü.
Çıktım ve
ailemi aradım evet çalıyordu konuştum
köyün muhtarını çağırdım muhtar geldi
bu köydeki tüm fakir ailelere eşit bir biçimde dağıttı
bana da teşekkür
etti.
Çok
mutluydum hem altınları buldum diye
hem de aileme tekrar kavuşabildim diye.