EGO DENGESİ

Tür: Insan Psikolojisi

Yazar: Dr Selman YAVUZ


Yaratılanlar içerisinde mükemmele namzet olarak dünyaya gönderilen insan; kendisi, ailesi, milleti, ülkesi ve ülküsü adına faydalı olması amacıyla pek çok latif duygu ve gerekli azalarla donatılmıştır. Bu duygu ve azalar amacının dışında kullanıldığı takdirde ise ruhsal, bedensel dengesizliklere neden olmakta ve insanı sevimsizleştirip her yönüyle zararlı hâle getirmektedir.

İnsanın latifeleri arasında üzerinde düşünülmesi gerekli olan en önemlisi şüphesiz onun sınırlarını tayin eden “ego”sudur. Ego, latince kökenli bir kelime olup, enaniyet, ene ve benlik olarak da ifade edilmektedir. 

Ego, insanın kendisini diğer insanlardan ayrıcalıklı hissettiren düşünce sistemidir. Kısa bir örnekle bu durumu açacak olursak; “ego nedir?” diye soran öğrencisine “sen nasıl bir insansın, kitaplarımın çok yerinde bunu yazdım, okumuyor ve bilinçsizce soru soruyorsun” diyen hocanın cevabı ene yani “ego”boyutlu bir cevaptır.

Ego”sunu kontrol altına alamayan insanlar, tavır ve davranışları ile hep kendisinden bahseder, kendisinin olmadığı bir dünyanın ise eksik olacağını düşünürler. Ego”yu besleyen pek çok durumdan en önemlileri: gurur, öfke, hırs, kin, korku ve aidiyet olarak sıralanabilir.

İnsan, bu duygunun etkisiyle aslen eksik olan yönlerini gizleme gereksinimi hissettirir “ego”suna. Yani “ego” bilinegeldiği gibi fazlalıkların sergilenmesi değil, aşağılık kompleksinin ve eksikliğin bir sonucudur. Şeytana atfedilen benlik ve benliği öne çıkarma güdüsü, insanlık tarihinde “babam bana niye daha çok değer vermiyor?” hırs okuyla Hz Adem’in as oğlu Kabil ile ortaya çıkmıştır.

Son yüzyıla kadar bu duygunun zararı seslendirilmesine rağmen 21. yy’da ferdiyet adı altında “ego” insanlığa adeta şırınga edilerek 21. Yüzyılı “enaniyet asrı”na dönüştürülmüştür. İnsanın kendisini diğer insanların üstünde görmesi ile saygınlaşacağı fikri pek çok problemin fitilini ateşlemiş, sosyal ve ekonomik dengesizliklere neden olmuştur.


EGO DUYGUSU İNSANDA NİÇİN VARDIR?

Ademoğlu her haliyle tam tasarrufla yaratılmıştır. Bu duygu da dünya, ahiret kazanımları ve huzur için vardır. Eğer insanda benlik duygusu yani “ego” olmazsa, ne dünyada medeniyet kurabilir ne de yüz yıldan kısa hayatına önemli işleri sığdırmaya çalışır. Nitekim bizim tarihimizdeki pek çok örnekten iki tanesi bu duygunun nasıl kullanıldığının açık örneğidir: 

Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi dönüşünde kendisini karşılamaya gelen İstanbul halkının ve Tarık bin Ziyad’ın İspanya’yı fethi....

Ayrıca bir arabanın 260 kadranı olmasına rağmen şoförün 120 ile gitmesi beklenir. Yani kadranı ne sıfırlayacak ne de 260’a eriştirecektir. Şoför, kendisine verilen bu geniş alan içerisinde orta noktayı seçmesi gerektiğini bilecektir. Eğer gereken hızın altında giderse hedefine geç erişecek yahut yolda kalacak, ancak gereken hızın çok üstünde giderse bu kez de yoldan çıkacak ve hedeften şaşacaktır. İşte “ego” da bu araba kadranı örneğine çok benzemektedir. İnsan “ego”sunu hiç kullanmazsa silik bir şahsiyete sahip olacak, ancak “ego”sunu aşırı derecede kullanırsa bu kez de hedefinden sapacaktır.

Ego’nun en önemli rüknü olan iradenin devreye girmesi ile insan, durması gereken yerde bulunması gereken zamanda durması gerektiği gibi durup olması gerektiği gibi olurAltıncı kol faaliyetlerini tasarlayanlarca toplumda beslenip büyütülen bu hastalık; insanı fıtratı ile hayalleri arasındaki boşluğitip kendisi ve etkilediklerini sonu hüsranla bitecek bir maceraya sürüklemektedir. Vicdanı ile yüzleşemeyen insanların, eksiklerini bastırmak için; ben başarılıyım, kendimi seviyorum, ben var ya ben, ben geldikten sonra, benimle beraber, yaparım, ederim  gibi kalıp cümleleri söylemeleri ruhi boşluk oluşturmaktadır.

Bu yönü ile içi boş davulun çıkardığı ben ben sesi ile özgüveni eksik insanların çıkardığı ben sesinin benzemesi manidardır. Egosunu kontrol edemeyen insanlar; etrafındakiler tarafından da ya eğlence olsun diye, yahut şerrinden emin olunmak amacıyla kendisine destek için dinlenirler ve ele geçirilen ilk fırsatta da terk edilirler.

Ne kendi etti rahat

Ne alem buldu huzur

Yıkılıp gitti cihandan

Dayansın ehl-i kubur

(HALEF) 

dörtlüğü bu insanların hayatını özetlemektedir.

Egoyu dengelemek ve yerli yerinde kullanmak için neler yapılmalı?

- Egonun bir öz güven olmadığı bilinmeli,

- Kendi menfaati yerine mesul olduğu insanların menfaati gözetilmeli,

- İnsanlık tarihine katkı sağlamış ve bugün hayırla yâd edilen insanların hayatları okunup örnek alınmalı,

- Kolektif şuurla hareket edip, toplumsal hukuk gözetilmeli ,

- Ben ve bencilik yerine dostluk ve kardeşlik duyguları (diğergâmlık) öne çıkarılmalı,

- Eksikleri bastırma yerine eğitim ve rehberlikle giderme yolu tercih edilmeli,

- Söylem değil eylem öne çıkartılmalı,

- Zafer değil sefer prensibi benimsenmeli,

- Dört eğilim fikrinden istifade edilmeli,

- Yaranma güdüsü değil faydalı olma düşüncesi önde olmalı,

- Statüsü kendinden yüksek ve düşük insanların varlığı düşüncesi ile  denge sağlanmalıdır.

 

Sonuç olarak 1-3, 3-7, 7-11, 11-17 yaş gruplarında yoğun olarak şekillenen ego, dünya ve beka için verilmiştir. Eğer eğitim ve irade ile “ego” dengelenmez ve eksik ya da fazla şekillenirse çocuklarda hayal kırıklığı, gençlerde bunalım, ebeveynlerde huzursuzluk, liderlerde tatminsizlik olarak aile ve toplumu huzursuz edip çalkalanmalara neden olacak, yaşam alanları sıkıntıya girdiği gibi son demde toprak olma isteği de bir işe yaramayacaktır.

 

Selman Yavuz

 

Ben çocuktum ve senin gelmene daha çok vardı...

Tür: Hikâye
Yazar: Yılmaz Çandır

(Huzura, yaşlı babaya vedanın hikâyesi)

Dağ yolu yorucu muydu bu kadar?
Çocukluğumda hatırlar mısın baba,
senin peşinden koşar
ve ağlardım beni şehre götürmediğin için.
Bana söz verirdin.
"Şekerler alacağım sana,
Beyaz çikolata getireceğim ilkbahara!"


Sen gelinceye kadar ilkbahar olmazdı bana.
Babam şehirden gelecek, yüzlerimiz gülecek, derdim.
Köyün üst başındaki kayalıklarda otururdum günlerce.
Bazen sen gecikirdin.
Annem seslenirdi bana,
"Kızım akşam oldu, yemekleri ısıtsana!"

Ah babacığım!
Bu köye böyle mi dönecektim ben?
Hüzün yaşayıp, sığınmaya mı gelecektim aniden?
Çocuklar yok...
Eşim yok...
Annem yıllardan beri dünyada yok...
Yapayalnız ne yapacağım ben?

Osmanlı'ya İbret Olan Yunan Zırhlısı: Averof

Tür: Tarih, Araştırma
Yazar: Fatih Yavuz
II. Meşrutiyet Dönemi’nin başlarında İttihat ve Terakki yöneticileri II. Abdülhamit döneminde ihmal edildiğini düşündükleri Osmanlı Donanmasını güçlendirmek amacıyla çalışmalarda bulunmaya başlamışlardır. Sanayi İnkılabı’nda sonra özellikle kömürle çalışan buharlı gemilerin ortaya çıkmasıyla birlikte daha etkin ve güçlü donanmalar yapılmıştır. Sanayi İnkılabı’yla birlikte hammadde ve pazar ihtiyacının artması ve bunun sonucunda da sömürgecilik yaygınlaşmıştır. Hem sömürgelere gidilmesinde hem de mevcut sömürgelerin korunmasında güçlü ve modern donanmalara olan ihtiyaç artmıştır. Klasik ahşap gemilerin yerini top ateşine dayanıklı zırhlılar almaya başlamıştır. Ayrıca zırhlıların ateş menzili de özellikle düşmanlar için caydırıcı olmuştur.

BEN OLSAM!

Tür: Deneme
Yazar: Erol ERKEN

Ben olsam, ne kolay sözdür.
Ben olsam dersiniz, belediye başkanı olur beldenin bütün caddelerini temizler, eksik kanalizasyonlarını tamamlar, parklar, bahçeler, yollar yaparsınız bir çırpıda.

Memleketin ekonomik durumu bozuk mu diyorsunuz?
Ben olsam dersiniz, ihracatı iki katına çıkarır, iç ve dış borçları öder, her şeyi güllük gülistanlık yaparsınız.

Şimdilerde terör belasından çok çeken bir dünya var.
Ben olsam dersiniz, bütün teröristleri üç günde yakalar, yargılar, cezalandırır, kurtarırım bu beladan dünyayı.

Ben olsam dersiniz, belediye başkanı olursunuz, bakan, başbakan, hatta cumhurbaşkanı olursunuz.
Ne kolay bir sözdür, BEN OLSAM, lafı!

İşte, ben olsam deyip devletin başına lider olmak isteyenlere zamanımızın büyüklerinden biri, bir liderde olması gereken özellikleri bakın nasıl maddeler halinde sıralıyor: